28 Temmuz 2010 Çarşamba

Dünyada yeni sezon için yapılan en iyi 5 forma...

1- Manchester United 
 Gerçekten çok güzel ve klasik bir forma tasarlamış Nike bu yıl Manchester'a.  Sponsor şirketin logosu ne kadar göze batsada , tasarımdaki sadelik ve klasiklik çok yerinde ve hoş olmuş. Sanki 30 yıl öncesinin formalarının bugüne uyarlanmış kalitedeki hali gibi.

2-Southampton
 Yine abartıya kaçmayacak şekildeki görsellik ve bunun yanında korunan sadelik çok hoş olmuş. Özellikle aynı renkteki ve yine sade olan şortu ile müthiş bir uyum sağlıyor.

3-Notthingam Forest

 
 Formada Umbro logosu ile kulüp logosu çok orantılı ve düzgün kullanılmış. Ayrıca kırmızının parlak tonu formada çok iyi durmuş. Yine sadelik ön planda.

4- Palmeiras


 Yine mükemmel bir forma Palmeiras'tan. Aslında her sene klasikleşmiş formalarından biri olmasına rağmen , logo ve FİAT reklamının katmış olduğu o doğal güzellik formayı çok çekici kılıyor.

5- Wrexham  

 Gerçekten çok beğendim. Kırmızı ve beyazın arasında o yeşil renkli logonun sırıtmamasını sağlamak ve bu iki rengi bu kadar uyumlu ve güzel kullanmak Umbro'nun çok büyük başarısıdır. günlük hayatta tişört olarak giyilebilecek bir forma , bir tane almak lazım mutlaka... 

Dünyadaki en çirkin 5 forma yazımızda görüşmek üzere...  

Scott Sutter & David Degen analizi...

David Degen - İsviçre
Fenerbahçe'ye ön elemede rakip olarak Young Boys çıktığında kimse bu akşamki gibi bir takım beklemiyordu. Fenerbahçe içerde ve dışarda rakibini rahat yenerek tur atlar diye bir  fikir oluşmuştu Türk medyasında. Ancak bu akşam gördüğümüz Young Boys, Fenerbahçe'yi gerçekten farklı mağlup edebilirdi. Fenerbahçe tamamen Avrupa kupaları tecrübesini kullanarak maçı şanslı şekilde 2-2 ile bitirdi.

Young Boys takımı futbolu gerçekten , hem kendileri keyif almak hemde tribünlere keyif vermek için oynuyor. Birçok oyuncusu gerçekten iyi mücadele etti ve kötü oyuncuları da yok , gözüme çarpan isimler , stoperleri Arjantinli Emiliano Dudar , sol kanatta oynayan Luljic , adını hatırlayamadığım 15 numaralı santraforları , 10 numaraları Costanzo ve tabiiki bu yazıyı yazma sebebim olan iki oyuncu , Degen ve Sutter.
Gerçekten sağ kanatta Degen'i izlerken , bir Maicon'u , Dani Alves'i izler gibi hissettim kendimi. Abisi Philippe Degen'in maçlarını da birçok kez izledim ama David Degen kadar göze batan bir özelliğini göremedim. David Degen gerçekten nereye koyarsanız orada oynayacak , hemde iyide oynayacak bir oyuncu. Tam komple bir adam. Çok rahat adam geçebiliyor , soğukkanlı , ayağı gayet iyi , ve çabuk düşünebiliyor. Sık sık içeriyi zorluyor ve bu zorlamalarının sonucunda da takımı adına son dakikalarda bir de penaltı kazandırdı. Degen paragrafını kapatırken umarım birgün herhangi bir Süper lig takımında izleme şansı buluruz bu oyuncuyu diyorum...

Scott Sutter- İngiltere
Gelelim asıl en beğendiğim oyuncuya , Scott Sutter  1986 Londra doğumlu.Çocukluğunda en çok sevdiği oyuncular Totti ve Beckham'mış.Aynı zamanda koyu da bir Totthennam Hotspur taraftarı. Milwall patentli bir oyuncu olan Sutter , altyapıda ülkesinin takımlarından Barnet ve Aston Villa formaları giymiş. 2002 yılında profosyonel olan Sutter ilk profosyonel kontratını Charlton Atletic ile imzalamış ve profesyonel kariyerine giriş yapmış. Bundan tam 1 yıl sonra 2003 yılında İsviçre ligi takımlarından Grasshoppers'e transfer olan Sutter , 2003-2009 yılları arasında tam 6 yıl Grasshoppers'de kalmış ve bu süre içerisinde 60 maç oynamış.

Daha sonra 2009 yılında Young Boys'a transfer olan Sutter , burada 26 maç oynamış ve 1 de golü var. Bu gece maçı izlerken ister istemez herkesin dikkatini çekmiştir bu sarışın adam. Müthiş top saklama yeteneği , iyi tekniği , şutları ve ortaları ile gerçekten en az Degen kadar keyif veren bir oyuncu Sutter.  Fenerbahçe'de sanırım en çok Andre Santos yorulmuştur bu akşam , ki zaten bu yüzden olsa gerekki hücum bölgesinde en fazla 1 yada 2 defa görebildim Santos'u.  Scott Sutter  ya bu maça farklı hazırlanmış , yada gerçekten "kumaşı" çok kaliteli , topla oynamayı çok seven bir oyuncu. Üstelik alışık olduğumuz Türk bekler gibi ortasaha çizgisini geçtiği andan itibaren düşüncesizce gitmiyor. Yapacağı her hareketi önceden planlar gibi kendinden emin bir şekilde top sürerek rakibinin üstüne gidiyor. Belki herkesin dikkatini çekmemiş olabilir bu iki oyuncu , ama ben ilk kez böyle kanat organizasyonlarını bu maçta, bu ikiliden gördüm. Başarılarının devamını diliyorum ve  henüz yaşı genç olan bu ikilinin bir an önce farkedilmelerini umuyorum...

Galatasaray ile başlayan forma stratejisi...


3 büyük kulüp , Avrupadaki "İlgiç forma&Çok satış" furyasına kapıldı. Geçtiğimiz senelerde turuncu ve mor forması ile dikkat çeken ancak bu iki formada da müthiş satış rakamlarına ulaşan Galatasaray , son yıllarda çıkardığı Turkuaz renkli forma ve bu yıl çıkardığı mavi ve yeşil formalar , Beşiktaş'ın önümüzdeki günlerde çıkaracağı "Örümcek" forma... Avrupada kulüplerin bu pazarlama stratejisinden yüksek gelirler etmesi yavaş yavaş tüm Dünya takımlarını etkiliyor.


İnsanlara değişik ve de alışılagelmişin dışındaki şeyler daima hoş geldiği ve çekicilik uyandırdığı için , artık her takımda en az bir adet bu şekilde değişik formalara rastlıyoruz. Ancak her zamanki gibi , en sade ve en klasikten yana olduğumu belirtmeliyim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Domates mi daha kırmızı biber mi daha yeşil & Carlos ve Guti

Guti Hernandez Beşiktaş Forması ile... 
 Mourinho , Real'in başına geçtiğinde Guti büyük ihtimalle artık kendisi için Real Madrid defterinin kapandığını anlamıştır. Kendisi için bir karar vermek zorundaydı , ya 32 yaşında Real Madrid'de bırakmış olmak için futbol yaşamına nokta koyacak , yada  başka bir takıma gidecekti.  O hala kendisine güvendiği için Schuster'i , yani Beşiktaş'ı seçti.

Uzun bir süreç içerisinde Guti geliyor , Guti gelmiyor , Resim , Öpücük vs. derken bugün itibariyle Guti Beşiktaş ile resmi olarak anlaştı.  Beşiktaş , Guti ile anlaştı demiyorum , Guti Beşiktaş ile anlaştı. Çünkü Beşiktaş sadece 100 bin €  gibi ufak bir miktar daha az vermek için 1 hafta bekledi , sonunda Guti bu teklifi kabul etti doğal olarak.

Ancak şuanda gerek Türk medyasında , gerek Türk futbol kamuoyunda "Carlos gibi yaşlı " benzetmeleri yapıldı. Gelin şöyle bir verilerle açıklayalım Guti ve Carlos'un birbirleriyle nasıl kıyaslanmayacak durumda olduklarını. Bu açıklama asla "o daha kötüydü , bu daha iyi" şeklinde değil elbette.

Roberto Carlos , Fenerbahçe'ye geldiğinde yaşı tam olarak 35'ti. Ancak Guti şuanda 33 yaşına henüz girdi.Futbolda 2 yaş çok önemli bir zamandır , özellikle 30 yaşını geçmiş oyuncular için 2 yıl çok önemli bir
Roberto Carlos imzalarken...
zamandır. Ve en önemli nokta , futbolda bir bek oyuncusunun koştuğu mesafe , bir forvet arkası oyun kurucu oyuncusunun koştuğu mesafenin ortalama 5 katıdır.  Yani bir bek oyuncusu olan ve tüm maç boyunca bindirme yapması gereken ancak 35 yaşında olan bir Carlos ile , forvet arkasında oynayacak olan ve pasları ile oyunu yönlendirecek olan Guti'nin karşılaştırılması , başlıkta da yazdığım gibi , alakasız iki cismin , maddenin yada herhangi şeyin karşılaştırılmasından farklı değildir.

Tabiki Guti'nin de Türkiye'de yararlı bir futbol oynayacağının garantisi yoktur. Ancak Hagi gibi olmayacağının da garantisi yoktur. Guti'nin şüphesiz tek zorlanacağı  konu , Süper ligde futbolun , İspanya gibi teknikten çok fizik gücüne dayalı olması olacaktır. Zaten Türkiyeye her yeni gelen oyuncu ligde taktik anlayışı olmadığından , mücadeleden ve sertlikten bahsediyor. Ancak Guti gibi bir profosyonelin bu zorluğa kısa sürede alışabileceği kanaatindeyim...

Doğuştan kaptan olmak...

Bazı oyuncular vardır futbolda , Chelsea'de , Manchester'da oynayacak kadar kalitelidirler , ama hayatları boyunca bu Dünya devlerinde oynayamamışlardır... Çünkü futbolda en önemli şeylerden biri de şans ne yazıkki.

Lorik Cana , 2006 yılından beri takip ettiğim , çok sevdiğim bir oyuncu. Yanılmıyorsam 2007 yılında Liverpool'a karşı oynadığı maçı unutamam. Bir oyuncu hem kendi kalesini müthiş bir hırsla savunup , aynı zamanda rakip kalede üst üste müthiş şutlar atabilir mi , sanırım bunu dünya üzerinde bir tek Gerrard ve Cana yapıyordur. Tabiiki Gerrard kadar kaliteli bir oyuncu demiyorum Cana'ya , ama bugün dünya devi dediğimiz takımlarda oynayan o kadar gereksiz oyuncu varki , açıkçası biraz şans ile Cana belki de bugün Türkiyede değil , Arsenal'in savunmasında olurdu.

Her gittiği takımın kaptanı olan bir oyuncu Lorik Cana , bu pek olağanüstü birşey olarak görülmeyebilir tabii , ancak Marsilya gibi bir takımda 23 yaşında o pazubandı koluna takmak için , gerçekten önemli şeyler yapmak değil , olağanüstü işler yapmak lazım.  Daha sonra Sunderland'e transfer olduğu ilk sezonda hemen kaptanlığı alması , Cana'nın ne kadar hırslı ve sözünü dinletebilen bir yapısı olduğunu gösteriyor.  Umarım böyle bir oyuncu Türk futboluna ve Galatasaray'a hayırlı olur ve uzun yıllar böyle bir adamı izleme şansına sahip olabiliriz.

25 Temmuz 2010 Pazar

Başarının sadece paradan ibaret olmaması & Man.City

Man.City'nin yıldız forveti Adebayor

 Premier Lig , 4 kategoriden oluşuyor bence , Chelsea ve Manu gibi şampiyonluğa oynayanlar ,  Totthennam , Bolton gibi her sezon başında Avrupa kupalarına katılmayı hedefleyenler , Wigan , Fulham,West Ham gibi amacı sadece Premier Lig'de tutunmak olan takımlar ve de West Bromwich gibi "asansör" takımlar.

İşte Manchester City , Arap şeyhlerin eline geçmeden önce Totthennam , Bolton gibi tek amacı Avrupa kupalarına katılabilmek olan ,  tek özelliği ise United ile aynı şehrin takımı olmaktı. Fakat şuanda yapılan transferlere , harcanan o devasa bütçelere rağmen City'nin peş aşama kaydedebildiğini söyleyemeyiz.  Özellikle harcanan para - oyuncu kalitesi oranlamasında transfer politikasının ne kadar plansız yapıldığı da ortada. 

   
 Arap şeyhlerinin takımı satın almasından önce Premier Ligi ortalama 7-12. sıra arasında bitiren Man. City,  2008-2009 sezonunda ligi 10.sırada tamamlamıştı. Geçtiğimiz sezon ise Adebayor , Toure, Tevez ,Cruz gibi isimlere rağmen ligi 5. bitirdiler. Şimdi "Premier Lig'de 5.lik boru mu ?" diyeceksiniz. Man.city puan tablosuna bakıldığında görünen resim gibi başarılı olamamıştır. Her ne kadar sıralamada ilk 5'e girmiş olsalar da asla şampiyonluk yarışının bir  parçası olamadılar. 


Arap şeyhleri de bunun farkında olacaklar ki , bu sene geçtiğimiz seneler gibi , futbol dünyasında ün yapmak için yapılan transferler yerine , Silva ve Toure gibi takım oyuncularını kadroya kattılar.  Aslında takımın başında şahsım adına bana pek güven vermeyen Mancini varken , bu transferler ne kadar başarılı olur tartışılır , en azından bunu şuana kadar Man.City'nin yaptığı 2 hazırlık maçını da kaybetmesinden anlıyoruz...



 

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Kolarov 19 milyon £ karşılığında City'de ...


     Lazio'nun devleri peşinden koşturan solbek oyuncusu Alexander Kolarov için , Manchester City kulübünün yapmış olduğu 19 milyon sterlinlik teklif kabul edilmiş ve Manchester City kulübü , A.Kolarov ile tam 5 yıllık bir sözleşme imzalamış.  Özellikle Dünya futbolunda bek oyuncusu sıkıntısının olduğu şu dönemlerde  fiyatı tuzlu da olsa  asla şüphe edilmeyecek , City'de garanti oynayabilecek bir isim Kolarov. Ancak verilen ücret ile City bu transfer döneminde de fiyat piyasasını tavana vurduracağını gösterdi...

Generali olmayan bir ordu oluşturmak...

Futbolseverler bugüne kadar çok büyük yıldızlar gördü.Şekerbegoviç,Rıdvan,Amokachi,Anelka,Ortega , Felipe ve daha başka birsürü isim. Bunların bazıları çok büyük efsaneler oldu kulüplerinde... Bazıları ise dikiş tutturamadı (bu deyimden nefret ediyorum) . Ancak bugüne kadar yukarıdaki isimlerin hiçbiri takımın "generalliğini" yapamadı. Ne Rıdvan , ne Amockachi hiçbir zaman takımda bütün oyuncuların onu gördüğü zaman kendine güveni gelen , arkadaşlarına cesaret veren bir oyuncu değildi ve olamadı da.


Ancak  Galatasaray'da Hagi böyle bir oyuncu olabilmişti o zaman kadar Türkiye'de...Takımın tek generali. Hagi , Galatasaray için herşeydi , lig maçlarında ayağı takılıp düşse faul çalınan , rakip oyuncuların sakatlamayı bırakın , mücadeleye girmeye korktuğu bir isimdi. Hagi Galatasaray'ın efsanesiydi , ama Hagi Galatasaray'da efsane olmamıştı. Çünkü İspanya'nın en büyük iki kulübünden biri olan , Barcelona'da oynuyordu , ve kariyerinde birde Real Madrid ismi vardı. Hemde tam 2 sezon 65 maç.


İşte Fenerbahçe'nin 2000'li yılların başında çektiği bu "10 numara" sıkıntısı , 2003 yılına kadar sürdü. Ancak 2004 yılının başında , bir oyuncu geliyordu. Brezilya milli takımında oynayan , ama hiçkimse tarafından ne yapacağı bilinmeyen , ufak tefek bir adam geliyordu kurtarıcı olarak. Üstelik bu çok tanınmayan adam , Avrupa'da bile oynamadığı halde tam 1 sene boyunca Fenerbahçe'yi peşinden koşturmuştu.




 Yıl 2004 olduğunda  bu ufak, tefek adam İstanbul'a geliyordu , kim bilebilirdi ki o gün , bu Alex De Souza ismindeki adamın , tam bir kapalı kutu olan bu oyuncunun , Fenerbahçe tarihinin en büyük oyuncusu olacağını , 100'ü geçik gol ve asist yapacağını , Fenerbahçe'yi başarıdan başarıya koşturacağını ... O an için kimse bilemezdi , tahmin bile edemezdi. Hele birde bir yabancı oyunucunun en fazla 2.5 sene durduğu ülkemizde , istiktarın hiçbir anlamının olmadığı ligimizde...

Alex De Souza'nın gelişi ile Fenerbahçe bir derbi canavarı olup çıkıyor ,  bu küçük adamın sihirli ayaklarının attığı paslara hiçbir rakip savunma oyuncusu engel olamıyordu. Ancak hiçbir zaman eleştrilerden tam olarak kurtulamadı... "Efsane" statüsüne kavuştuğu , 2008-2009 yıllarında bile "koşmuyor" diyerek  eleştrenler de oldu. 


Ve artık Alex o ilk geldiği gün gibi , genç adam değil. Fenerbahçe'nin efsanesi artık futbolunun son zamanlarını yaşıyor ve yaşı artık 32. Bunun farkında olan Fenerbahçe yönetimi , bu sezondan itibaren "10"suz bir takımın temellerini atmaya  başladı. Alex gittiğinde büyük sarsıntı yaşamamak için genç ve  hızlı oyuncular ile kadrosunu güçlendirmeye başladı.


İlk hamle olarak Chelsea patentli , Miroslav Stoch'un transferi , daha sonra yapılan İssiar Dia transferi  Alex' sizliğe alışmanın ilk hamleleri. Fenerbahçe , Alex'in yokluğunda artık 10 numaralı sistem vazgeçecek gibi görünüyor. 

Ankaraspor'da  Alex'in görevini Neca'ya yaptıran ve çok da iyi sonuçlar alan Aykut Kocaman , şüphesizki Alex'in olduğu son 1 veya 2 seneyi çok iyi ve başarılı geçirecektir.  Alex de Souza'nın sakatlandığı yada cezalı olduğu zamanlarda çıkacak  kadro ,   3 ortasaha oyuncusu , kanatlarda Stoch ve Dia , ve tek forvet şeklinde oynayacaktır. Ve böylece Alex'in yokluğunda yaşanacak sıkıntı minimuma inecektir.  

23 Temmuz 2010 Cuma

Az para harcayarak seviye atlamak...






 Bugüne kadar Türkiye'de  Fenerbahçe ve Galatasaray her zaman transferde Beşiktaş'tan çok daha isimli oyuncuları çok paralar harcayarak getirmiştir. Anelka, Carlos , Ortega , Lincoln , Meira , Güiza , Kezman ve daha birsürü isim.  Beşiktaş'ta en az rakipleri kadar para harcadı ancak aldığı isimler hep iki ezeli rakibinin transferleri karşısında gölgede kaldı.

Taraftarın yıllardır  beklediği isimlere karşılık Beşiktaş yönetimi sürekli inanılmaz paralar harcayarak ya Anadolu takımlarında 1 sezon çıkış yapmış oyuncuları , yada  yurtdışından kapalı kutuları getiriyordu.

 Bu oyuncuların birçoğu belki devre arası dolmadan sözleşmesi feshediliyordu , belkide sezon sonuna kadar kulübüde kalıp , sezon bittiği gibi ülkesine kaçıp kulüpten alacaklarını istiyordu.

En nihayetinde takım başkan'a 38-40 milyon € borçlanmış , oyuncularının maaşlarını ödeyemez bir mali yapıya sürüklenmiş bir Beşiktaş ortaya çıktı. Biraz medyanın diğer rakiplerine oranla her nedense (!) "battı batacak" şekilde göstermesi , gerekse Carew  gibi yıldız  oyuncuların artık adının bile geçmemesi taraftarın stresini arttırmış , sinirlerini yıpratmıştı. Ocak ayındaki kongreye kadar tribünlerin karışık durumu , yükselen "Yeter Demirören Yeter" sesleri , Kongrede ise Yıldırım Demirören'in karşısına son derece güçlü bir şekilde çıkan muhalefet , Yıldırım Demirören'e artık bazı şeyleri değiştirmesi gerektiğini hissettiriyordu. Kendisinin son şansı olduğunun farkında olan Yıldırım Demirören , önceki yıllara göre sadece kendisinin söz sahibi olabileceği bir yönetim değil , son çare olarak eski , tecrübeli "kurt" yöneticilerden Metin Keçeli gibi bir ismi yanına alarak adeta yönetime bir güvence transfer etmiş oldu.

 Metin Keçeli ile birlikte Serdal Adalı ve Cengiz Zülfikaroğlu gibi isimlerin de yönetime katılması aslında daha Ocak ayından , çok güçlü ve doğru para harcayan bir Beşiktaş geleceğini gösteriyordu.

Transfer dönemi açıldığında Beşiktaş , uzun süren bir Ricardo Quaresma macerasına girişti. Macera diyorum çünkü ilk başlarda tüm futbol kamuoyu için Quaresma transferi bir hayaldi. Beşiktaş'tan önce onun yeteneklerinden faydalanmak isteyecek onlarca avrupa kulübü kapıya dizilebilirdi. Ancak Quaresma'nın 2 yıldır çok nadir forma şansı bulması Beşiktaş'ın elini güçlendiren en büyük etken oldu.

Haziran ayına gelindiğinde Beşiktaşlıları çok mutlu eden Quaresma transferinin 7.3 milyon € karşılığında sonlandırıldığı açıklandı.  Tabiki medyada herzaman olduğu gibi fiyatı çok yüksek bulanlar , oyuncunun 2 sene oynamadığı ve birşey veremeyeceğini savunanlar , hatta gece hayatı yok diyebileceğimiz Quaresma'nın gece hayatına düşkün olduğunu söyleyenler oldu.

Ancak 2009 yazında Antep'ten Tabata'yı 8 milyon € 'ya  , İsmail'i 6.5'a alan Beşiktaş , İnter'den Quaresma'yı 7.3 milyon € getirerek artık eski transfer politikasını çöpe atmış olduğunu gösterdi.



Quaresma ile  transfer kapatmak istemeyen , ancak belkide bütçesinin yarısından fazlasını Quaresma'ya harcamış olan Beşiktaş , Schuster faktörü ile bonservissiz ve tam Beşiktaş'ın ihtiyacı olan Guti Hernandez ile anlaştı. Medyada Guti'nin para için Türkiye'ye geldiğini savunanlar , Guti'nin Nobre ile aynı parayı alacağını , Alex'in aldığı paradan çok daha düşük bir miktar olan 2.5 milyon euro alacağını söyle(ye)mediler.


Şöyle bir hesap yaptığımızda Beşiktaş'ın bu sene çok para harcadığını söyleyenler , başarı yakalanamazsa kulübün iflasını açıklayacağından söz edenler , ne kadar  bilgi sahibi olmadan fikir sahibi , görebiliriz.



Geçtiğimiz sezon toplam  20 milyon €  transfer bütçesi kullanan Beşiktaş , bu 20 milyon € karşılığında Tabata , İsmail , Nihat ve İbrahim Kaş(kiralık)'ı almıştı. Bu sene ise şuana kadar sadece 8.3 milyon € harcayan Beşiktaş , Ricardo Quaresma , Guti Hernandez ve Ersan Gülüm'ü kadrosuna kattı. Geçen sene ile toplam fark tam 11.7 milyon € .

Eğer resmi olarak teklif sunduğu ve peşinde koşulduğu gizlenmeyen Robinho'da gelirse ,  bonservisine verilecek para Beşiktaş kasasından çıkmayacak. City'nin istediği 27 milyon € Beşiktaş bulacağı bir sponsor ki büyük ihtimalle Demirören şirket grubuna ait olan M-oil şirketi bu parayı üstlenecek.


Yani şöyle bir baktığımızda Toplam 20 milyon € bütçeyle kadroya katılmış bir Tabata , Nihat, İ.Kaş  ve İsmail dörtlüsü mü ? Yoksa 11.7 milyon € bedelle kadroya katılmış ,  Quaresma, Guti, Robinho ve Ersan dörtlüsü mü çok daha iyi ?  Yıllık ücretlerine gelecek olursak , gönderilecek olan Holosko , Zapo ve  Fink'ten  gelecek olan  bonservis bedelleriyle ve bu oyuncuların aldığı maaşın verilmeyecek olması ile , bu yıldız isimlerin yıllık ücretleri ödenecektir.

Özet olarak , Beşiktaş bu sene tıpkı ezeli rakibi Galatasaray gibi çok mantıklı transferlere imza atmıştır. Az para harcayarak hem kendi marka değerini ve şöhretini Dünya'da arttıracak hemde takımın ihtiyacı olan oyuncuları almış olacak.




                                                  

Borucu mu ? Yorumcu mu ?





 Erman Toroğlu, Maraton'dan ayrıldıktan sonra Boru reklamından kazandığı para az gelmiş olacakki , tekrar "hakem eskisi" sıfatını geri alarak Telegol kadrosuna dahil olmuş. Ahmet Çakar ile Erman Toroğlu'nun olduğu bir programda futbol hariç , güzel espriler , yapmacık tartışmalar ve iyi yemek tarifleri bulabiliriz diye umuyorum.Hayırlısı olsun Türk futbolseverler ve MHK için.

Schuster'in sistemi ve üvey evlat Ferrari...



 Dün gece  Beşiktaş turu geçmiş , hatta daha ikinci maçı oynamadan bir sonraki rakibi Viktoria Plzen'e hazırlanmaya başlamıştı. Futbolcular da bunun bilincinde Faroe'ye bir turistlik geziye gider gibi bir havada gittiler , yani Vikingur'lu oyuncuların İstanbul'a  gelmesinden tek farkı Beşiktaşlı oyuncuların takım eşofmanları olması ve malzemeleri takım malzemecisinin taşımasıydı.

 Vikingurlu oyuncular İstanbul'a nasıl yenileceklerini bilerek gittiyseler , Beşiktaş'lı oyuncularda galibiyetten emin bir şekilde Faroe'ye uçtular. Maç başlamadan önce Erkan Kaş , Onur , Necip gibi isimleri ilk 11'de göreceğimi umuyordum ancak Schuster hala oyuncularda karar kılmamış olacakki , yine as oyuncular ile maça başladı.Ancak bu ilk 11'de Matteo Ferrari , yada Atv spikeri Fikret Engin'in telaffuzu ile "Matias Ferrari" yine yoktu. Açıkçası gazetelerde çıkan "Schuster Ferrari'yi istemiyor" başlıklı haberlerin Beşiktaş'ın zeki yöneticisi Serdal Adalı'nın oyunları olduğunu düşünüyordum. Ancak dün geceki maç belli ettiki Schuster nedense Ferrari'yi sisteminde düşünmüyor.


Gerekçe olarak Ferrari'nin sistemine uygun olmadığını ve savunma ileride kurulacağı için ağır kalabileceği için Ferrari'yi istemediğini söylüyor. Ancak Schuster aradığı hızlı stoper'in Zapo olmadığını korkarımki çok acı tecrübeler ile anlayacak. Her Beşiktaş taraftarının daha dün gibi hatırladığı o Güiza'nın aşırtma golünü , Beşiktaş bu sene çok sık yaşayabilir. Zapotocny  hem hızlı bir stoper değildir , hemde top kapma ve kademe anlayışı hiç olmayan bir stoperdir. Bir takımın 4-5 yılda ancak yakalayabileceği bir "Göbek uyumu"nu sadece bir yılda Sivok-Ferrari ikilisiyle yakalamış ve bu konuda çok şanslı olan bir takım , o bölgeyi tekrar Zapo'ya emanet ederek yine en başa dönecektir.

Akşamki maçta Schuster'in oynattığı sisteme bakarsak aşağıdaki gibi bir 11 çıkardığını göreceğiz.

Bu kadro ile Delgado'nun  savunma ve hücumu bağlayan yani FM tabiri ile "box-to-box" oyuncu gibi oynamasının akşam ne kadar imkansız olduğuna tanık olduk.  Delgado gibi zaten fizik gücü olmayan ve narin olan bir oyuncuyu o bölgede oynatmak mümkün olmayacaktır. Ancak tabiiki Guti'nin gelmesi ile o bölgeye Schuster hem tam aradığı adamı , hemde çok yakından tanıdığı bir adamı getirmiş olacak.


Quaresma'nın maç içinde sürekli kanat değiştirmesi bir süre sonra rakiplerininde sinirini bozuyor. Özellikle akşamki maçta tam 3-4 kişinin arasından sıyrıldığı anda düşürüldüğü zamanlarda çok kızdı. Çünkü Quaresma topla oynamayı çok seven , kendisine faul yapılmasını kabullenemeyen bir oyuncu. Dün akşamki maçta sanki rakibini pek ciddiye almayan bir havası vardı , en azından İnönü'deki kadar hırslı değildi ama tabiki ilk maçın verdiği heyecanla İnönü'de daha iyi olması olağanüstü bir durum değil.



Beşiktaş'ın sağ kanattaki problemi halen devam etmekte. Ekrem asla Beşiktaş'ta oynayacak hem teknikte , hemde kapasitede bir oyuncu değil. Hilbert'inde Quaresma'nın  ismi altında ezileceğini ve taraftara kötü oyuncu gibi gözükeceğini düşünüyorum. Çünkü bir kanadında Cristiano Ronaldo ile kıyaslanan bir adam olan Quaresma'nın olduğu Beşiktaş'ın diğer kanadı Hilbert olmamalı.

Son olarak Erhan Güven'e bir parafraf açmak istiyorum. Erhan çok hırslı , çok iyi niyetli ve birşeyler yapmak istiyor. Ama ortasaha çizgisini geçtiğinde sanki farklı bir ülkeye geçiş yapmış gibi nereye geldiğini şaşırıyor. Şut çeker gibi orta açıyor ve hemen geriye kaçıyor , hatta Bobo'da bir pozisyonda çok kızdı bu yüzden Erhan'a. Erhan'ın Vikingur gibi amatör bir takım karşısında bile bu kadar korkak ve  basit oynaması bana göre ileride Beşiktaş'ta forma şansı bulamayacağını gösteriyor.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Yükselen marka değerimiz ve Kamyon kasası...


 Türk futbolunun  marka değerinin Avrupada ilk 5'te olduğunu söyleyen yöneticilerin "Türk futbol"unu sadece Turkcell Süper Lig'den ibaret saydığı bir gerçek.  Yada Turkcell Süper Lig'in değerini milyar dolara çekebilmek için yabancı danışmanlık firmalarıyla görüşen TFF'nin de alt ligleri "gazozuna turnuva" olarak görmesi...


Ancak alt liglerimizin ve amatör liglerimizin durumu ortada.  Bir çim sahası olmayıp , düz bir arazi üzerine dikilmiş iki kalenin bulunduğu yerde futbol oynamaya çalışan takımlar... Yada taraftarının takımını destekleyeceği bir tribünü bile olmayan , maç günleri saha yanına kamyon çeken ve kasasında takımını destekleyen taraftarlar , yada "sazlık" kıvamına gelmiş otların arasında top sürmeye çalışan futbolcular... İşte Türk futbolunun marka değeri... Amatör takımın bile 2000 seyirci ortalamasıyla oynadığı İngiltere,İspanya gibi üleker karşısında futbolumuzun değeri.

Galatasaray savunması, Servet ve Maradona...


Galatasaray , son üç yıldır transfer politikasında , oyunu hızlı oynayabilen ve teknik oyunculara yöneliyor , Baroş gibi hızlı ve teknik bir forvet , Elano gibi çabuk , zeki ve teknik bir oyunkurucu , Keita,Pino gibi teknik ve hızlı kanat oyuncuları gibi.

Takımda her sene en az 5-6 tane Turkcell Süper Lig standartları üstünde  futbolcusu olduğu halde son 4 senedir hiçbir başarısı yok. Bunun sebebi kadroda bulunan 5-6 üst düzey futbolcunun da hücum oyuncusu olması.

Lorik Cana transferi ile o bölgeyi güçlendirmek amaçlandı ancak , geri dörtlüye şöyle baktığımızda,   Servet , G.Zan ve Hakan Balta  çok yavaş oyuncular, birde bu üç oyuncunun aynı anda oynaması , zaten hızlı forvetler tercih eden Anadolu takımları karşısında sürekli bocalanmasına neden oluyor.

Galatasaray'ın  kaybettiği puanlara bakıldığında , büyük çoğunluğu deplasmanda ve Anadolu takımlarına. Servet ve Gökhan Zan ikilisinin yerine şuan Maldini futbola geri dönse, bu ikiliden daha hızlı oynayabileceği kesindir.


Frank Rijkaard bunu göremiyor demiyorum , Rijkaard'da gördüğü için sürekli yönetime Servet'in takımda yer bulamacağı raporunu sunuyor. Ancak Galatasaray yönetimi sanırım Gökhan ve Servet'e bir şans daha verecek ki bunu da Fenerbahçe ile oynanan hazırlık maçında görmüş olduk. 



Akşamki hazırlık maçında Andre Santos'un oralara gelip aradan kaçabilmesi de yine bahsettiğimiz "ağır"lıktan kaynaklanmaktaydı. Geçtiğimiz günlerde Servet yaptığı açıklamada "Puyol'un benden ne fazlası var, oda topu kesip arkadaşlarına veriyor, Barcelonada oynasam Maradona olurdum" diye  buyurmuştu.  Servet'in sadece La Liga maç özetlerini Ntvspor'dan takip ettiği her yönüyle belli oluyor.  Hala türk futbolunda her kafa vurabilen uzun boylu oyuncuya "hava hakimiyeti yüksek" denildiği için yanlış birşey de söylememiş Servet. Çünkü Türkeye'de kafayı vurduktan sonra topun kime gittiğinin önemi yok..Önemli olan vurmak.

Galatasaray'ın gelecek sezon da Servet -Gökhan ikilisi ile oynaması , hem kendi intiharı , hem Frank Rijkaard'ın sonu olacaktır. Kim bilir belki de Adnan Polat'ında...